SAMAN SARISI

Vera Tulyakova’ya derin saygilarimla

I

Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
ben paltomun yakasini kaldirmis perondaydim
peronda benden baska da kimseler yoktu
durdu önümde yatakli vagonun pencerelerinden biri
perdesi aralikti
genç bir kadin uyuyordu alacakaranlikta alt ranzada
saçlari saman sarisi kirpikleri mavi
kirmizi dolgun dudaklariysa simarik ve somurtkandi
üst ranzada uyuyani göremedim
habersizce usulcacik çikti gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittigini
baktim arkasindan
üzt ranzada ben uyuyorum
Varsova’da Biristol Oteli’nde
yillardir böyle derin uykulara dalmisligim yoktu
oysa karyolam tahtaydi dardi
genç bir kadin uyuyor baska bir karyolada
saçlari saman sarisi kirpikleri mavi
ak boynu uzundu yuvarlakti
yillardir böyle derin uykulara dalmisligi yoktu
oysa karyolasi tahtaydi dardi
vakit hizla ilerliyordu yaklasiyorduk gece yarilarina
yillardir böyle derin uykulara dalmisligimiz yoktu
oysa karyolalar tahtaydi dardi
iniyorum merdivenleri dördüncü kattan
asansör bozulmus yine
aynalarin içinde iniyorum merdivenleri
belki yirmi yasimdayim belki yüz yasimdayim
vakit hizla ilerliyordu yaklasiyorduk gece yarilarina
üçüncü katta bir kapinin ötesinde bir kadin gülüyor sag elimde kederli bir
gül açildi agir agir
Kübali bir balerinle karsilastim ikinci katta karli pencerelerde
taze esmer bir yalaza gibi geçti alnimin üzerinden
sair Nikolas Gilyen Havana’ya döndü çoktan
yillarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum
yudum sehirlerimizin hasretini
iki sey var ancak ölümle unutulur
anamizin yüzüyle sehrimizin yüzü
kapici ugurladi beni gocugu geceye batik
yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonlarin içinde yürüdüm
vakit hizla ilerliyordu yaklasiyordum gece yarilarina
çiktilar önüme ansizin
oralari gündüz gibi aydinlikti ama onlari benden baska gören olmadi
bir mangaydilar
kisa konçlu çizmeleri pantolonlari ceketleri
kollari kollarinda gamali haç isaretleri
elleri ellerinde otomatikleri vardi
omuzlari migferleri vardi ama baslari yoktu
omuzlariyla migferlerinin arasi bosluktu
hattâ yakalari boyunlari vardi ama baslari yoktu
ölümlerine aglanmayan askerlerdendiler
yürüdük
korktuklari hem de hayvanca korktuklari belli
gözlerinden belli diyemem
baslari yok ki gözleri olsun
korktuklari hem de hayvanca korktuklari belli
belli çizmelerinden
korku belli mi olur çizmelerden
oluyordu onlarinki
korkularindan ates etmege de basladilar artsiz arasiz
bütün yapilara bütün tasit araçlarina bütün canlilara
her sese her kiviltiya ates ediyorlar
hattâ Sopen Sokagi’nda mavi balikli bir afise ates ettiler
ama ne bir siva parçasi düsüyor ne bir cam kiriliyor
ve kursun seslerini benden baska duyan yok
ölüler bir SS mangasi da olsa ölüler öldüremez
ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanin içine girerek
ama korktuklari hem de hayvanca korktuklari belli
bu sehir öldürülmemis miydi kendileri öldürülmeden önce
bu sehrin kemikleri birer birer kirilip derisi yüzülmemis miydi
derisinden kitap kabi yapilmamis miydi yagindan sabun saçlarindan sicim
ama iste duruyordu karsilarinda gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sicak
bir firancala gibi
vakit hizla ilerliyordu yaklasiyordum gece yarilarina
Belveder yolunda düsündüm Lehlileri
kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
Belveder yolunda düsündüm Lehlileri
bana ilk ve belki de son nisanimi bu sarayda verdiler
tören memuru açti yaldizli ak kapiyi
girdim büyük salona genç bir kadinla
saçlari saman sarisi kirpikleri mavi
ortalikta da ikimizden baska kimseler yoktu
bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi
ve sen bundan dolayi
bir resimdin açik maviyle çizilmis belki de bir tas bebektin
belki bir piriltiydin düsümden damlamis sol mememin üstüne
uyuyordun alacakaranlikta alt ranzada
ak boynun uzundu yuvarlakti
yillardir böyle derin uykulara dalmisligin yoktu
ve iste Kirakof sehrinde Kapris Bari
vakit hizla ilerliyor gece yarilarina yaklasiyoruz
ayrilik masanin üstündeydi kahve bardaginla limonatamin arasinda
onu oraya sen koydun
bir tas kuyunun dibindeki suydu
bakiyorum egilip
bir koca kisi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmis geri dönüyor sesimin yankilari
ayrilik masanin üstündeydi cigara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ismarladin
kivrilan bir dumandi gözlerinin içinde senin
cigaranin ucunda senin
ve hosça kal demege hazir olan avucunda
ayrilik masanin üstünde dirsegini dayadigin yerdeydi
aklindan geçenlerdeydi ayrilik
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrilik rahatligindaydi senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydi ayrilik
birdenbire kapin açilir gibi sevdalanmak birilerine ansizin
oysa beni seviyorsun ama bunun farkinda degilsin
ayrilik bunu farketmeyisindeydi senin
ayrilik kurtulmustu yerçekiminden agirligi yoktu tüy gibiydi diyemem
tüyün de agirligi var ayriligin agirligi yoktu ama kendisi vardi
vakit hizla ilerliyor gece yarilari yaklasiyor bize
yürüdük yildizlara degen Ortaçag duvarlarinin karanliginda
vakit hizla akiyordu geriye dogru
ayak seslerimizin yankilari sari siska köpekler gibi geliyordu
ardimizdan kosuyordu önümüze
Yegelon Üniversitesi’nde seytan taslara tirnaklarini batira batira dola-
siyor
bozmaga çalisiyor Kopernik’in Araplardan kalma usturlabini
ve pazar yerinde bezzazlar çarsisinin kemerleri altinda rok end rol oynu-
yor Katolik ögrencilerle
vakit hizla ilerliyor gece yarilarina yaklasiyoruz
vuruyor bulutlara kiziltisi Nova Huta’nin
orda köylerden gelen genç isçiler madenle birlikte
ruhlarini da alev alev döküyor yeni kaliplara
ve ruhlarin dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat baslarini çalan borozan gece
yarisini çaldi
Ortaçagdan gelen çigligi yükseldi
sehre yaklasan düsmani verdi haber
ve sustu girtlagina saplanan okla ansizin
borazan iç rahatligiyla öldü
ve ben yaklasan düsmani görüp de haber veremeden öldürülmenin acisini
düsündüm
vakit hizla ilerliyor gece yarilari isiklarini yeni söndürmüs bir vapur
iskelesi gibi arkada kaldi
seher vakti habersizce girdi gara ekspres
yagmurlar içindeydi Pirag
bir gölün dibinde gümüs kakma bir sandikti
kapagini açtim
içinde genç bir kadin uyuyor camdan kuslarin arasinda
saçlari saman sarisi kirpikleri mavi
yillardir böyle derin uykulara dalmisligi yoktu
kapadim kapagi yükledim sandigi yük vagonuna
habersizce usulcacik çikti gardan ekspres
baktim arkasindan kollarim iki yanima sarkik
yagmurlar içindeydi Pirag
sen yoksun
uyuyorsun alacakaranlikta alt ranzada
üst ranza bombos
sen yoksun
yeryüzünün en güzel sehirlerinden biri bosaldi
içinden elini çektigin bir eldiven gibi bosaldi
söndü artik seni görmeyen aynalar nasil sönerse
yitirilmis aksamlar gibi Viltava suyu akiyor köprülerin altindan
sokaklar bombos
bütün pencerelerde perdeler inik
tiramvaylar bombos geçiyor
biletçileri vatmanlari bile yok
kahveler bombos
lokantalar barlar da öyle
vitrinler bombos
ne kumas ne kiristal ne et ne sarap
ne bir kitap ne bir sekerleme kutusu
ne bir karanfil
sehri duman gibi saran bu yalnizligin içinde bir koca kisi yalnizlikta on kat
artan ihtiyarligin kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü-
sü’nden martilara ekmek atiyor
gereginden genç yüreginin kanina batirip
her lokmayi
vakitlari yakalamak istiyorum
parmaklarimda kaliyor altin tozlari hizlarinin
yatakli vagonda bir kadin uyuyor alt ranzada
yillardir böyle derin uykulara dalmisligi yoktu
saçlari saman sarisi kirpikleri mavi
elleriyse gümüs samdanlarda mumlardi
üst ranzada uyuyani göremedim
ben degilim bir uyuyan varsa orda
belki de üst ranza bos
Moskova’ydi üst ranzadaki belki
duman basmis Leh topragini
Birest’i de basmis
iki gündür uçaklar kalkip inemiyor
ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmis gözlerin içinden geçiyorlar
Berlin’den  beri kompartimanda bir basimayim
karli ovalarin günesiyle uyandim ertesi sabah
yemekli vagonda kefir denen bir çesit ayran içtim
garson kiz tanidi beni
iki piyesimi seyretmis Moskova’da
garda genç bir kadin beni karsiladi
beli karinca belinden ince
saçlari saman sarisi kirpikleri mavi
tuttum elinden yürüdük
yürüdük günesin altinda karlari çitirdata çitirdata
o yil erken gelmisti bahar
o günler Çobanyildizina haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardi bahtiyardim bahtiyardik
yitirdim seni ansizin Mayakovski Alani’nda yitirdim ansizin seni oysa
ansizin degil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sicakligini senin
sonra elinin yumusak agirligini yitirdim avucumda sonra elini
ve ayrilik parmaklarimizin birbirine ilk degisinde baslamisti çoktan
ama yine de ansizin yitirdim seni
asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktim içlerine yoksun
bulvarlar karli
seninkiler yok ayak izleri arasinda
botlu iskarpinli çorapli çiplak senin ayak izlerini birde tanirim
milisyonerlere sordum
görmediniz mi
eldivenlerini çikarmissa ellerini görmemek olmaz
elleri gümüs samdanlarda mumlardir
milisyonerler büyük bir nezaketle karsilik veriyor
görmedik
Istanbul’da Sarayburnu akintisini çikiyor bir romorkör ardinda üç
mavna
gak gak ediyor da vak vak ediyor da marti kuslari
seslendim mavnalara Kizil Meydan’dan romorkörün kaptanina sesleneme-
dim çünkü makinasi öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdi
yorgundu da kaptan ceketinin dügmeleri de kopuktu
seslendim mavnalara Kizil Meydan’dan
görmedik
girdim giriyorum Moskova’nin bütün sokaklarinda bütün kuyruklara
ve yalniz kadinlara soruyorum
yün basörtülü güler yüzlü sabirli sessiz kocakarilar
al yanakli kopça burunlu tazeler sapkalari yesil kadife
ve genç kizlar tertemiz simsiki gayetle de sik
belki korkunç kocakarilar bezgin tazeler sapsal kizlar da var ama onlardan
bana ne
güzeli kadin milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
görmediniz mi
saçlari saman sarisi kirpikleri mavi
kara paltosunun yakasi ak ve sedef dügmeleri kocaman
Pirag’da aldi
görmedik
vakitlarla yarisiyorum bir onlar öne geçiyor bir ben
onlar öne geçince ufalan kirmizi isiklarini görmez olacagim diye ödüm
kopuyor
ben öne geçtim mi isildaklari gölgemi düsürüyor yola gölgem kosuyor
önümde gölgemi yitirecegim diye de bir telâstir aliyor beni
tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum
Bolsoy’a girmedim bu gece oynanan operayi sevmezsin
Kalamis’ta Balikçinin Meyhanesine girdim ve Sait Faik’le tatli tatli
konusuyorduk ben hapisten çikali bir ay olmustu onun karacigeri
sancilar içindeydi ve dünya güzeldi
lokantalara giriyorum estirat orkestralari yani cazlari ünlülerin
sirmali kapicilara bahsis sever dalgin garsonlara
gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum
görmedik
çaldi geceyarisini Stirasnoy Manastiri’nin saat kulesi
oysa manastir da kule de yikildi çoktan
yapiliyor sehrin en büyük sinemasi oralarda
oralarda on dokuz yasima rastladim
birbirimizi birde tanidik
oysa birbirimizin yüzünü görmüslügümüz yoktu fotograflarimizi bile
ama yine de birbirimizi birde tanidik sasmadik el sikismak istedik
ama ellerimiz birbirine dokunamiyor aramizda kirk yillik zaman duruyor
uçsuz bucaksiz donmus duruyor bir kuzey denizidir
ve Stirasnoy Alani’na simdi Puskin Alani kar yagmaya basladi
üsüyorum hele ellerim ayaklarim
oysa yün çorapliyim da kunduralarimla eldivenlerim kürklü
çorapsiz olan oydu bezle sarmis postallarinda ayaklarini elleri çiplak
agzinda ham bir elmanin tadi dünya
on dördünde bir kiz memesi sertligi avuçlarindaki
gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karis
ve haberi yok basina geleceklerin hiçbirinden
onun basina gelecekleri bir ben biliyorum
çünkü inandim onun bütün inandiklarina
sevdim sevecegi bütün kadinlari
yazdim yazacagi bütün siirleri
yattim yatacagi bütün hapislerde
geçtim geçecegi bütün sehirlerden
hastalandim bütün hastaliklariyla
bütün uykularini uyudum gördüm görecegi bütün düsleri
bütün yitireceklerini yitirdim
saçlari saman sarisi kirpikleri mavi
kara paltosunun yakasi ak ve sedef dügmeleri koskocaman
görmedim
II

On dokuz yasim Beyazit Meydani’ndan geçiyor çikiyor Kizil Meydan’a
Konkord’a iniyor Abidin’e rastliyorum da meydanlardan konusu-
yoruz
evveli gün Gagarin en büyük meydani dolasip döndü Titof da dolasip
dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan
haberim yok
meydanlarla yapilardan konusuyoruz Abidin’le tavan arasindaki otel
odamda
Sen irmagi da akiyor Notr Dam’in iki yanindan
ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymis gibi görüyorum Sen
irmagini rihtiminda yildizlarin
bir de genç bir kadin uyuyor tavan arasindaki odamda Paris damlarinin
bacalarina karismis
yillardir böyle derin uykulara dalmisligi yoktu
saman sarisi saçlari bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut
çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapidan konusuyoruz Abidin’le
meydanda firdönen Celâlettin’den konusuyoruz
Abidin uçsuz bucaksiz hizin renklerini döktürüyor
ben renkleri yemis gibi yerim
ve Matis bir manavdir kosmos yemisleri satar
bizim Abidin de öyle Avni de Levni de
mikroskobun ve füze lumbuzlarinin gördügü yapilar meydanlar renkler
ve sairleri ressamlari çalgicilari onlarin
hamlenin resmini yapiyor Abidin yüz elliye altmisin meydanliginda
suda baliklari nasil görüp suda baliklari nasil avlayabilirsem öyle görüp
öyle avlayabilirim kivil kivil akan vakitlari tuvalinde Abidin’in
Sen irmagi da bir ay dilimi gibi
genç bir kadin uyuyor ay diliminin üstünde
onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere
bulacagim
iste böyle iste böyle kizim düsürdüm ömrümün bir parçasini Sen irmagina
Sen Misel Köprüsü’nden
ömrümün bir parçasi Mösyö Düpon’un oltasina takilacak bir sabah çise-
lerken aydinlik
Mösyö Düpon çekip çikaracak onu sudan Paris’in mavi suretiyle birlikte
ve hiçbir seye benzetemiyecek ömrümün bir parçasini ne baliga ne
pabuç eskisine
atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris’in suretiyle birlikte suret
eski yerinde kalacak.
Sen irmagiyla akacak ömrümün bir parçasi büyük mezarligina irmaklarin
damarlarimda akan kanin hisirtisiyla uyandim
parmaklarimin agirligi yok
parmaklarim ellerimle ayaklarimdan kopup havalanacaklar salina salina
dönecekler basimin üstünde
sagim yok solum yok yukarim asagim yok
Abidin’e söylemeli de resmini yapsin Beyazit Meydani’nda sehit düsenin
ve Gagarin Yoldasin ve daha adini sanini kasini gözünü bilmedigi-
miz Titof Yoldasin ve ondan sonrakilerin ve tavan arasinda yatan
genç kadinin
Küba’dan döndüm bu sabah
Küba meydaninda alti milyon kisi aki karasi sarisi melezi isikli bir
çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdegini güle oynaya
sen mutlulugun resmini yapabilir misin Abidin
isin kolayina kaçmadan ama
gül yanakli bebesini emziren melek yüzlü annecigin resmini degil
ne de ak örtüde elmalarin
ne de akvaryumda su kabarciklarinin arasinda dolanan kirmizi baliginkini
sen mutlulugun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazi ortalarinda Küba’nin resmini yapabilir misin
çok sükür çok sükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrinin
resmini yapabilir misin üstat
yazik yazik Havana’da bu sabah dogmak varmisin resmini yapabilir misin
bir el gördüm Havana’nin 150 kilometre dogusunda deniz kiyisina yakin
bir duvarin üstünde bir el gördüm
ferah bir türküydü duvar
el oksuyordu duvari
el alti aylikti oksuyordu boynunu anasinin
on yedi yasindaydi el ve Mariya’nin memelerini oksuyordu avucu nasir
nasirdi ve Karayip denizi kokuyordu
yirmi yasindaydi el ve oksuyordu boynunu alti aylik oglunun
yirmi bes yasindaydi el ve oksamayi unutmustu çoktan
otuz yasindaydi el ve Havana’nin 150 kilometre dogusunda deniz
kiyisinda bir duvarin üstünde gördüm onu
oksuyordu duvari
sen el resimleri yaparsin Abidin bizim irgatlarin demircilerin ellerini
Kübali balikçi Nikolas’in da elini yap karakalem
kooperatiften aldigi piril piril evinin duvarinda oksamaya kavusan ve
oksamayi bir daha yitirmeyecek Kübali balikçi Nikolas’in elini
kocaman bir el
deniz kaplumbagasi bir el
ferah bir duvari oksayabildigine inanamayan bir el
artik bütün sevinçlere inanan bir el
günesli denizli kutsal bir el
Fidel’in sözleri gibi bereketli topraklarda sekerkamisi hiziyla fiskirip
yeserip ballanan umutlarin eli
1961’de Küba’da çok renkli çok serin agaçlar gibi evler ve çok rahat evler
gibi agaçlar diken ellerden biri
çelik dökmege hazirlanan ellerden biri
mitralyözü türkülestiren türküleri mitralyözlestiren el
yalansiz hürriyetin eli
Fidel’in siktigi el
ömrünün ilk kursunkalemiyle ömrünün ilk kâadina hürriyet sözcügünü
yazan el
hürriyet sözcügünü söylerken sulaniyor agizlari Kübalilarin balkutusu bir
karpuzu kesiyorlarmis gibi
ve gözleri parliyor erkeklerinin
ve kizlarinin eziliyor içi dokununca dudaklari hürriyet sözcügüne
ve koca kisileri en tatli anilarini çekip kuyudan yudum yudum içiyor
mutlulugun resmini yapabilir misin Abidin
hürriyet sözcügünün resmini ama yalansizinin
aksam oluyor Paris’te
Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanip söndü ve Paris’in bütün eski
yeni taslari turuncu bir lamba gibi yanip söndü
bizim zanaatlari düsünüyorum siirciligi resimciligi çalgiciligi filan düsü-
nüyorum ve anliyorum ki
bir ulu irmak akiyor insan eli ilk magaraya ilk bizonu çizdiginden beri
sonra bütün çaylar yeni baliklari yeni su otlari yeni tatlariyla dökülüyor
onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksiz akan bir odur.
Paris’te bir kestane agaci olacak
Paris’in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atasi
Istanbul’dan gelip yerlesmis Paris’e Bogaz sirtlarindan
hâlâ sag midir bilmem sagsa iki yüz yasinda filân olmali
gidip elini öpmek isterdim
varip gölgesinde yatsak isterdim bu kitabin kâadini yapanlar yazisini
dizenler nakisini basanlar bu kitabi dükkâninda satanlar para verip
alanlar alip da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman
sarisi belâsi, basimin.

Tiren, Varsova – Krakof – Pirag –
Moskova – Paris – Havana – Moskova
1961
Nazım Hikmet Ran